Genel

“SOBELENDİNİZ”!..

hilmi-ozkok
Ergenekon davaları ile ilgili en az konuşan eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’tü. Tutuklamalar başladığında darbe söylentileri ile ilgili kendisine sorulan sorulara: “Kasaptaki ete soğan doğramam, var da diyemem, yok da diyemem” şeklindeki cevaplar vererek kuşkuyu artırıyordu. Onun bu yanıtından sonra Ergenekon savcıları adeta coştu. Dalga üzerine dalga yaparak yurtseverleri içeri doldurdular. Tanıklık yaparken söylediklerini ilk günlerde söyleseydi, haksız tutuklamalar böylesine başını alıp gidemezdi. Kuşkusuz bu durumun oluşmasında Kılıçdaroğlu’nun da katkısı oldukça büyüktür. AKP’nin karşıdevrimini meşrulaştıran en önemli açıklamalar, ne yazık ki, Y-CHP’nin genel başkanından gelmiştir. 12 Eylül darbecileri Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya hakkında açılmış olan davaya verdikleri katılma dilekçesi bu konudaki en belirgin örnektir. CHP adına dilekçeyi veren Grup Başkanvekili E. Ülker Tarhan, milletvekili seçilmeden önce, YARSAV başkanlığı yapmış, Ö.Faruk Eminağaoğlu’nu aratmayan, çıkışları ile göz dolduran iyi bir hukukçudur. Şimdilerde ise sanki yasadışı bir iş yapıyorlarmış gibi MİT’in kendisini ve bazı CHP miletvekillerini izlediği kuşkusuna kapılmıştır!..

CHP yönetimi, 12 Eylül Referandumu’nda “yetmez ama evet” diyenlerle aynı davada yan yana oturmakla hatalı bir iş yapmıştır. Anayasa’nın 12 Eylül’de değiştirilen 26 maddesi ile sanki demokrasinin önü açılmış gibi bir algı doğmasına neden oluşturmuştur. “Yargı bağımsızlığı” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerini tamamen ortadan kaldıran o anayasa değişikliklerini, hükümet bugün karşımıza “kırmızıçizgisi” olarak getirmektedir.Masada oturmakta inat eden Y-CHP referandumda “hayır” dediği değişikliklere Masada “evet” demek konumuna itilmiştir. Özel görevli mahkemeleri,”ordu darbecilerden temizlensin” sözleri ile meşrulaştıran da yine Y-CHP’nin genel başkanı Kılıçdaroğlu olmuştur!.. Çağdaş hukukla uzaktan yakından ilgisi olmayan bu mahkemelere karşı yapılan eleştirileri ise, CHP tabanındaki duyarlı kesimlerin gazını almak amacıylaydı!.. Bunlar unutulacak ve affedilecek hatalar değildir!..

Son derece yerinde olan ve tutuklu milletvekilleri bırakılana kadar yemin etmeme şeklinde örgütlenen eylemi kıran da yine Y-CHP yönetimidir. Milletvekilliklerinin düşürüleceği blöfü karşısında, kolayca teslim olunmuştur. Sanki mecliste olmakla bir şey yapabilirlermiş gibi, milletvekilliklerini Cumhuriyet’e karşı girişilen karşıdevrimin önlenmesinden çok daha önemli görmüşlerdir!.. Meclise girmeleri, iktidarın yaptıklarını meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramamıştır… Zaten bu kararsız ve güven vermeyen tutumları yüzünden değil mi, iktidar oylarını artırırken, günden güne eriyip bitme noktasına gelmeleri!..

Cumhuriyet Devrimi’nin en temel yasası Tevhid-i Tedrisat Kanunu idi. (Öğretim Birliği Yasası) Karşıdevrimin ise, bu yasayı ortadan kaldıran, kamuoyunun 4+4+4 olarak bildiği yasadır. Y-CHP’nin bu yasaya karşı bir itirazının olmaması ise, karşıdevrimin meşrulaştırılması yönünde verilmiş en önemli katkıdır. Ana muhalefetten gelen bu anlamlı destek, Tandoğan’da yapılmış grup toplantısı ile Türk halkının dikkatine sunulmuştur. Kılıçdaroğlu’nun o günkü konuşması (1) gerçekten ibret vericidir. “Biz din eğitimi verilmesin demiyoruz, daha fazla verilsin istiyoruz” şeklindeki sözleri ile yasanın özüne karşı olmadığını göstermiştir. Onun karşı çıktığı husus; bu yasa kapsamında yapılması planlanan 20 milyon dolarlık ihalenin Kamu İhale Kurumu denetimi dışında tutulmuş olmasıydı. Sanki, diğer ihalelerde yolsuzluk yapılmıyormuş ve devletin diğer denetleme kurumları hakkıyla görevlerini yapıyormuş gibi sözler ederek, AKP hükümetlerini bir de aklamıştır!.. Ne hazindir ki, Y-CHP yönetimi, Cumhuriyet Devrimi’nin temel yasasının ortadan kaldırılmasını, sessiz kalarak desteklemiştir!..

Orduyu darbecilerden temizliyoruz” yalanına en büyük destek, yine Kılıçdaroğlu’ndan gelmiştir. Gerçekte ordudan tasfiye edilenler, en başarılı ve parlak subaylarımızdı. Orduyu ABD ve NATO’nun ermine vermeye karşı çıkacak olan bu yurtsever subaylar, sahte ve uyduruk belgelerle suçlanarak, itibarsızlaştırılmış; sonunda ordudan uzaklaştırılmışlardır. Son YAŞ toplantısında 40’ı tutuklu 56 general ve amiral emekliye sevkedilmiştir!.. T.C’nin savcıları, şerefli ordu mensupları ve TÜBİTAK görevlileri hakkında, “Askeri casusluk, fuhuşa teşvik” gibi en aşağılık iddialarla dava açmışlardır. Yıllarca tutuklu bununan bu subayların hiç birinin terfileri yapılmamış ve yıllarca esir kapmlarında tutularak, TSK ile ilişkileri kesilmiştir!.. Özel görevli mahkeme, 2 Ağustos 2012 günü yapılan duruşmada, tüm sanıkların bu suçlamalardan beraatine karar vermiştir!.. Subayların tutuklandıkları gün başlayan ve aylarca süren aşağılayıcı kampanyanın etkileri ise, pek çok kişinin kafasından hala silinmemiştir… TSK’ni teknolojik sahteciliklerle teslim alma planını uygulamaya koyan emperyal güçler ise, amaçlarına ulaşmışlardır…

Akdeniz ve Karadeniz’in önemli bir caydırıcı gücü olan deniz kuvvetlerimizin bu özelliği, Ergenekon ve Balyoz davaları nedeniyle büyük ölçüde yitirilmiştir. BOP içinde piyon görevi verilen Türkiye’nin getirildiği nokta içler acısıdır… Şemdinli kırsalında çembere alınan 200 kişilik terörist grubu İran tarafından gelerek kurtarmak isteyen 500 kişilik başka bir terörist grup ile başlayan çatışmalar, iki haftadır sürmekter ve teröristler geri çekilmemektedir. Hükümet kanadından yapılan açıklamaya göre, bu çatışmalarda 2’si korucu olmak üzere 8 güvenlik görevlimizi kaybetmişiz. Barzani’nin Suriye’ye gönderdiği peşmergeler ise, sınırlardaki karakollar ile resmi binalardan bayraklarımızı indirip kendi bayraklarını asmaktadırlar. Dışişleri Bakanımız, Barzani’nin ayağına kadar gidip yardım talebinde bulunmuştur. Bu şekilde, hiç bir ülkenin tanımadığı Kuzey Irak’taki Kürt yönetimini tanımış olduk. Diğer taraftan, Türkiye’nin acz içerisinde olduğunu dosta düşmana ilan etmiş bulunduk…

Denebilir ki, emperyal güçler, Ortadoğu’da Türkiye’nin inisiyatif kullanılabileceği hiç bir alan bırakmamıştır. Teröristlerin yuvalandığı Kandil’e operasyon yapmaktan aciz hale getirilmişiz. TSK, teröristlerin saldırıları karşısında savunma konumunda bırakılmıştır… Hiç kuşku yok ki, ülkemizi bu hale getiren AKP hükümetinin basiretsiz politikalarıdır. Gerçekte ulusal niteliği olmayan, özünde emperyalistlerin çıkarlarını korumaya dönek politikalar halka “ulusal mesele” olarak yutturulmaktadır. Bu şekilde muhalefetin desteği alınarak, topyekün emperyalizmin hizmetine sürüklenmekteyiz. Y-CHP yönetiminin Libya’nın bombalanması kararında hükümeti desteklemesi ve düşürülen keşif uçağı nedeniyle, Suriye’ye esaslı bir karşılık verilmesini istemesi, bir tür savaş çığırtkanlığıydı. Gelecekte bir gün Yüce Divan kurulacak olursa, şu andaki yasalarımıza göre bile, Y-CHP yönetimi ile MHP de AKP yöneticilerinin yanında, suç ortağı ve suça azmettirenler olarak yargılanabilirler!.. Y-CHP yönetimi etkili bir muhalefet görevini gereği gibi yapmadığı gibi, karşıdevrime direnecek olan güç odaklarını da yanıltıp, direnmekden alıkoymuştur. Bu yüzden bir de tarih önünde yargılanacaktır! Dünyanın hiç bir yerinde görünmeyen bir şekilde muhalefetin durduğu yerde erimesinin bir nedeni de bu değil midir?..

Türkiye üzerinden Suriye’ye ısı güdümlü füze gönderilmesi üzerine, 21. Yüzyıl Enstitüsü Başkanı Prof. Ümit Özdağ: “Suriye ordusu da Türkiye’ye misilleme yaparak bu silahların benzerlerini PKK’ya verir” diyerek yerinde bir uyarıda bulunmuştur. Tam da bu sırada, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Patrick Ventrell:”Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını anlıyoruz. Ama şu anda durumu daha fazla askerileştirmenin ilerleyecek yol olduğunu düşünmüyoruz” demesi, PKK’ya karşı yapılacak olan olası bir operasyonun frenine basmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Suriyeli muhaliflere destek verme konusunda Türkiye ile aynı safta olduklarını belirten Ventrell, belliki, Türkiye’nin Kürtlere karşı başlatacağı olası bir operasyonun kontrolden çıkıp, BOP’a zarar vereceğinden endişe etmektedir… Türkiye’nin direksiyonu kimin elindedir, bu otomobilin frenine kim basar belli değildir!..

Gündemin her zaman iki adım gerisinden gelen Y-CHP’nin Genel Başkanı, Ergenekon Davası için: ”Özkök’ün ifadesiyle dava çökmüştür” demiştir. Bu söz bile, Y-CHP’nin Türkiye gerçeklerinin çok uzağında olduğunu göstermeye yetmektedir. Oysa bu davaların ilk çöküşü, iddianamelerin okunduğu gün yaşanmıştır. İkinci çöküş, sanıkların sorgularında görülmüştü. Sanıklar savunmalarını yaptıklarında, davalar üçüncü kez çökmüştü. Sanıkların ve vekillerinin yaptırmış oldukları harici bilirkişi incelemeleri ile, iddianamelerdeki sahtecilikler saptanmış ve yeniden inceleme yapılması istenmişti. Mahkeme heyeti bu talepleri duymazdan gelmekle davaların dördüncü kez çöktüğünü kabul etmiştir. Ve nihayet, avukatların duruşmalardan çekilmesi üzerine, İstanbul Barosu ile başlayan tartışmalar Ergenekon davalarını altıncı kez çöktürmüştür. Kılıçdaroğlu’na göre, eski Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün tanıklığı ile bu davalar çökmüştür. Sevsinler sizi… Var mı öyle bir kişinin sözü ile başlayıp, aynı kişinin tanıklığı ile biten bir dava örneği? Öyle davalara siz hala dava mı diyorsunuz? Bu davalar çökecekti elbette. Tıpkı sizlerin ABD önünde diz çöktüğünüz gibi. Öyle de olmuştur gelişmeler. Ama asıl çöken, Y-CHP’nin işbirlikçi yönetiminin maskeli yüzü ve bu dava nedeniyle gizlemeye çalıştığı BOP içindeki rolü olmuştur!..

Sobelendiniz!.. Daha da gizlenemezsiniz artık!..

Av. Cemil Can

 

Bir cevap yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir