KONUK YAZARLAR

BUNLARI HAK ETTİK Mİ?

Süleyman Şah Türbesi_1

Ergenekon, Balyoz ve Odatv operasyonlarının merkezindeki adam İstanbul Emniyet İstihbarat Müdürü Ali Fuat Yılmazer, tertibi itiraf etti: “İşçi Partisi’ne yapılan operasyonla AYM üyeleri etkilendi ve AKP’nin kapatılmasına karşı olan 2,5 üye 5’e çıktı. Başbakan yapın dedi, biz de yaptık”  dedi… Bu operasyonların merkezinde İşçi Partisi’nin olduğunu soruşturmanın olağanüstü yetkilerle donatılmış özel yetkili savcısı Zekeriya Öz, AKP’ye verdiği mülakatla aylar önce doğrulamıştı…

Anlaşıldığına göre, operasyonu yapacak olan ekibe Başbakan elinizde yeterli delil var mı diye sormuş… Yokmuş ama ihtiyaç duyulan delilleri operasyon sırasında bulabileceklerini umuyorlarmış… Bulamazlarca delil üretme yetenekleri devreye girecek… Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun, 2008 tarihli raporunda, polis şefleri Ali Fuat Yılmazer ile Ramazan Akyürek’in, Hrant Dink cinayetinde ihmallerinin bulunduğu belirtilmişti… Cumhuriyet tarihinin bu en büyük operasyonunun da aynı ihmalkâr Ali Fuat Yılmazer  tarafından yürütülmesine karar verildi…  Aradan ancak 5-6 yıl geçtikten sonra,  hükümet uyanır gibi yaptı.  “TSK’ya komplo yapıldı”  diyerek suç ortaklığından kurtulma çabaları içerisine girdi. Harcanma sırası kendisine  geldiğini anlayan Yılmazer, bu yüzden doğrudan başbakanı hedef aldı!..

Tokmağın hala elinde olduğunu sanan Erdoğan’ın Dış İşleri Bakanlığı, sinyal bozucu aletlere rağmen, meğer yüksek teknolojili böceklerle dinleniyormuş!  Başbakana göre, devletin sırlarını dinleyenler, inlerine girmeye karar verdiği Cemaat üyeleriymiş. 13 Mart günü MGK talimatı ile yapıldığı söylenen toplantıda konuşulanları Cemaat sızdırmışmış!? Bu toplantıda, hükümetin Suriye ile savaş çıkartmak için yaratacağı bahaneler tartışılıyordu. Konuşmalar yalanlanmadığına göre, dinlemeyi yaptıranların kimler olduğu sorusu birinci sıraya oturur. Bülent Arınç’a göre, konuşmaların deşifre olmasından kim yararlandıysa olağan şüpheli de odur. Bu mantığa göre, Suriye veya aynı tarafta yer alan Rusya, Çin, İran, Irak olağan şüphelilerdir. Nedense bu sıralamada MOSSAD ve CIA kimsenin aklına gelmedi. Sanki ABD Büyük Ortadoğu Projesi’nden vazgeçmiş, sanki Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e doğru oluşturulmak istenen koridora bir alternatif bulmuş da çekip gitmiş gibi.  Türkiye’nin Suriye ile savaşmasında asıl çıkarı olan projenin sahibi ABD’dir. Buna rağmen, söz dinlemeyen Erdoğan’dan kurtulmak için, arkasındaki kitle desteğini azaltmak amacıyla, bu konuşmaları dışarıya sızdırmış olabilirler. O bakımdan CIA’yı ve ortağı MOSSAD’ı olağan şüpheliler arasından çıkartmak veya arka sıralara atmak doğru değildir…

Konuşmanın deşifre edilmesi, ilk başta Türkiye’nin Suriye ile savaşa girmemesi sonucunu doğurur. Bunda hem Suriye hem de Türkiye halklarının yararı vardır. Böyle bakıldığında olağan şüpheliler sıralamasının başına Türkiye ile Suriye’yi koymak gerekir…

Görüldüğü gibi yorum yaparak, şüpheliyi bulmak olanaksızdır.

Dolayısıyla Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yürüttüğü mantık, dış politikada geçerli akçe sayılamaz.  Türkiye gibi devlet geleneği eski olan bir ülkenin Dış İşleri Bakanlığı’nı dinlemek kolay bir iş olmasa gerekir. Yabancı servisler açısından bu işi yapmak, bir gizli servis zaferi sayılır. Kendi ülkeleri adına böyle bir istihbarata imza atan ajanları “vatan haini” olarak ilan etmek, tam olarak bir acizlik ifadesidir. “Vatan haini” sözünü kullanabilmek için, eylemi yapanın Türk vatandaşı olması gerekir.  Buradan bakılınca,  demek ki, hükümetimiz Dış İşleri Bakanlığı’nda yapılan üst düzeyde bir konuşmayı, bir Türk vatandaşının sızdırdığını düşünmektedir.  Zaten Başbakanın “İnlerine gireceğiz” sözleri de asıl şüphelenilenin bir Cemaat üyesi olduğunu akla getirmektedir… Yargıyı ve polisi Cemaate teslim eden hükümetimiz, acaba Dış İşleri Bakanlığı’nı da  CIA’nın kucağındaki Cemaat’e mi teslim etmiştir? Eğer öyleyse, Başbakanın bağırıp çağırmaları beyhudedir. Zira bu dinlenmenin de sorumluluğu kendi üzerinde kalacaktır…

Erdoğan’ın, Suriye’ye karşı savaş niyeti ortaya çıktıktan sonra, Beşar Esat’ın eli daha da kuvvetlenmiştir.  Esat’ın “Süleyman Şah Türbesi’ni MİT’e karşı koruyabiliriz” şeklindeki karşılığı, bu rahatlamayı gösterir ve belki de son yüz yılın diplomasideki zekâ fışkıran tek esprisidir…

Hükümetin bu sarsıcı olayı, iç politika malzemesi olarak değerlendirmek istemesine şapka çıkartıp, “pes” demek gerekir… “Sıfır sorunlu” dış politikanın bir şaka olduğu açık seçik olarak ortaya çıkmıştır…

Uluslararası sözleşmeler, evrensel hukuk ilkeleri ve yerleşik içtihatları çiğneyerek, idare edilen devlete doğal olarak her türlü sızma olanaklıdır. Kaldı ki, devletin kendini koruma mekanizması, AKP iktidarları ile tahmin edilenin çok üzerinde zaafa uğratılmıştır. Uyduruk nedenlerle, kozmik odalara girilmiş, TSK’nın tatbikat planlarının eklemeler yapılarak iddianameler yaratılmış, devletin istihbarat arşivi “klon”lanıp dışarıya çıkarılmış, elde kalan arşiv ise silinerek, devlette hafıza bırakılmamıştır. İletişimin alt yapısının en önemli kuruluşu olan ve hiçbir zaman zarar etmeyen TÜRK TELEKOM’un iki yıllık karı karşılığında yabancılara satılması, telafi edilemeyecek ilave bir güvenlik zaafı ortaya çıkartmıştır. ABD’nin yabancı devlet başkanlarını dinlemesi, uydular aracılığı ile ve Telekom hatları üzerinden gerçekleştirilmektedir. Alman Spiegel dergisinin haberine göre, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) 122 devlet ve hükümet başkanı hakkında bilgi topladığına ilişkin yeni bir belge ortaya çıkmıştır…

Hükümetimiz, siyasi rakiplerini itibarsızlaştırmak için Anayasa referandumunda ve geçen genel seçimlerde hukuksuz dinlemelerden yararlanmıştır.  Erdoğan, başka ülkelerin yurttaşı olmak için o ülkelerin çıkarlarını korumak üzere yemin etmiş kişilere, kabinesinde görev vermiştir. Bu dahi devletin bilgi güvenliğini tehlikeye atan önemli bir tedbirsizlik sayılır. Çifte vatandaş olan bir kişinin, çıkarlarının çatışması halinde, uyruğunda olduğu hangi devleti koruyacağını kim nereden garanti edebilir ki?..

Şimdi gelelim konuşmanın inkâr edilmeyen içeriğine:  Devletin tepesinde yapılan konuşma, tam bir fecaat kabul edilmelidir…  Devleti yönetenlerin, teröristlere 2000’i aşkın TIR dolusu silah ve mühimmat göndermeleri, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bunların parasal tutarı kim bilir ne kadar eder! Hatalı Suriye politikamız yüzünden, Türkiye’ye sığınan mültecilere yapılan yardımlar 2,5 milyar doları geçmiştir. Yoksulluk içerisinde kıvranan halkın paraları, bu şekilde çarçur edilemez…

Genelkurmay’ın Suriye ile savaşmak için kurduğu bin kişilik ordu, 40 bin insanımızın ölümünden sorumlu terör örgütü PKK’ya karşı acaba neden savaşmaz? Bu özel orduyu yönetmek üzere, general görevlendirmek TSK’ya yakışıyor mu? Teröristlerle aynı safta savaşan bir Türk generalinin varlığını düşünmek bile istemiyorum. Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılanan komutanlara sormak gerekir. Türkiye’nin kucağında büyütülen İŞID adlı terör örgütü, Süleyman Şah türbesine saldıracak kadar aptal mıdır? Suriye ve Irak’la savaşmak durumunda olan bu örgüt, bir de Türkiye’yi başına bela olarak neden salsın?  MİT Müsteşarının “4 adam gönderirim 8 füze attırırım”  sözleri, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışıyor mu?  Tüm bu gerçekleri bire bir yaşayan Genelkurmay İkinci Başkanı, TSK’ya “Yıldırım Harekât Mesajı” nasıl verebilir aklın alacağı bir şey değil… En gizli olması gereken toplantımızda, ABD’liler “uçuşa yasak bölge planları” dağıtıyorlar…  Demek ki CIA içerimizdedir! Bu ülkeyi kim yönetiyor Allah aşkına? Böyle bir rezillik Cumhuriyet tarihi boyunca hiç yaşanmamıştır…

Başımızda bu kadar iş varken,  bir de yolsuzluklar ve hırsızlıklar konusunda tek söz söylemeyen Diyanet işleri partisi, “Twiter” ve “Youtube” yasaklarını savunuyor… Başkan, yasakların “hürriyeti kısma” anlamına gelmediği şeklinde saçma sapan  hutbeler hazırlayarak Cuma günleri okutuyor!.. Daha da korkunç olanı, bu Diyanet işleri partisi, Allah’ın evinde muhalif olan herkesi “gemiyi dipten delmeye çalışanlar” olarak gösterip, siyasete soyunuyor…  Hürriyetin nasıl kısıtlanabileceğini anlamayan bu kurum,  demokrasinin olmazsa olmazı olan karşı görüşü,  (muhalefeti) çok görüp, lanetlemekten beter ediyor… Dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin bu kadar aşağılık şekilde istismarı, bir tek bu dönemde yaşanmaktadır…

Böyle bir yönetimi, ne yaptık da hak ettik anlamıyorum!?..

Av. Cemil Can