KONUK YAZARLAR

“DÜRÜST” HAİNLER!..

 emine_1

TSK karargahında 40 paralel paşa varmış, RTE’nin Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşat Salih’e söylediği:”Musul da Kerkük de özerk bölge olacak. Konumunuzu buna göre ayarlayın” sözleri, Irak’ta esir alınan Konsolosluk görevlilerimizin son durumunun analizi, Balyoz Davası ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı, PKK ile hükümetin görüşmelerini “yasal zemine bağlama” tasarısını, hatta bu kadarını eksik bulup, Y-CHP adına yeni tasarı hazırlayan Sezgin Tanrıkulu’nun densizliğini de bugün görmeyelim… Diyarbakır’da bayrağın indirilmesini, benzer eylemin Gaziosmanpaşa’da tekrar etmesini de duymamış gibi davranalım. Soma’daki madenci katliamını, Diyarbakır-Bingöl karayolunun PKK tarafından 23 gün kapatılmasını da daha sonra ele alırız!..

Cambaza bakıp zaman kaybetmeyelim şimdi. Önümüze kurulmuş yeni ve büyük bir tuzak var. Onu anlamaya çalışalım:

Üç buçuk saatte tanıyıp, en uygun “çatı adayı” olduğunu anladığı, tanıdıkça halkın da çok seveceğine garanti ettiği, Mısır’da doğup büyüyen İslam Konferansi Örgütü’nün eski genel sekreteri Ekmeleddin İnsanoğlu’na karşı, yeni bir aday çıkartılmasına izin vermeyeceğini ilan eden Kılıçdaroğlu, yine karizmayı çizdirdi!.. CHP Milletvekili Prof. Dr. Süheyl Batum, sorumluluğunun gereğini yerine getirdi ve -kimseden izin almadan- milletvekili yeminine sadık kaldığına inandığı Cumhuriyet kadını Emine Ülken Tarhan‘ı, ilk imzayı atarak, Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi…

Anayasa’nın 101. maddesinin 3. fıkrasında; aynı aday etrafında bir araya gelen 20 milletvekiline tanınmış olan bu hakkı, Kılıçların efendisi acaba nereden aldığı yetkilerle yasaklamaya kalkışıyor?..

Başta CHP milletvekilleri olmak üzere, Alevileri bile ikna edemeyen Kemal Bey, bu konuda sorulan bir soruya: “Partinin almış olduğu bir karar var. Bu karara uymayanlar bedelini öder(2) yanıtını vererek, milletvekillerine gözdağı verebiliyor!.. Utanmazlığın bu kadarı da fazla!..

Partinin almadığı bir kararı, almış gibi göstermek, en basit tabiriyle yalancılıktır. Ayrıca, genel başkanın bu sözleri, kendisini parti organları yerine koymak anlamına gelir. Anayasal hakkını kullanmak isteyen milletvekillerine, “bedel” ödetmek kimin ne haddinedir? Bu adam kendini ne sanıyor? Başkanlığındaki Y-CHP’nin, Hitler’in partisi ile arasında ne farkı kalmış?..

Parti içerisindeki “korku imparatorluğu”nu yıkmak vaadi ile delegelerin desteğini alan Kılıçdaroğlu, dört yıl içerisinde kendi korku imparatorluğunu kurmuş!.. 60 yıldır iktidar yüzü görmeyen solcuların kaderi hep böyle mi olacak?..

***

İmparator Kılıçdaroğlu, Diyarbakır konuşmasında, hükümetin PKK ile yürüttüğü ve adına “süreç” denen görüşmeler için: “Süreç yasal zemine kavuşsun, bizden istenen desteği vermeye hazırız” demiş!.. Son Genel Başkan, CHP’nin programını takmıyor artık!.. (3) Bu Kılıçdaroğlu, parti programını değiştirmeden, çiğneme hakkını nereden alıyor acaba?..

(3 numaralı dipnot; Y-CHP yönetiminin, CHP ideolojisine ihanet içerisinde olduğunu kanıtlamak için sadece CHP üyelerine yazılmıştır. Başkaları okumasın, çok rica ediyorum. Parti sırlarımız ifşa olsun istemem!?…)

HDP Eş Başkanı Sebahat Tuncel, Kılıçdaroğlu’nun yukarıdaki sözlerinden sonra: “İşte önümüzde engel kalmadı” diyerek, başka bir gerçeği dile getirmiştir. HDP’nin gerçek genel başkanı Abdullah Öcalan’ın, sürekli yinelediği “yasal güvence” konusununda, hükümetin önünü açmak, CHP’nin üzerine vazife miydi? Parti Programı’na aykırı olan bu hain tutum; partinin hangi yetkili organında konuşularak karar altına alınmıştır?.. CHP delegesi, birkaç Sorusçu’nun Atatürk’ün CHP’sini, terör örgütü PKK’nın hizmetine sunmasına izin verecek mi?..

Kılıçların efendisinin, “Biz çözüm sürecinin hiçbir şekilde karşısında olmayız ve olmayacağız da. Bizden istenen desteği vermeye hazırız” sözleri, CHP’nin temel ideolojisine açıkça ihanettir. Bu sözleri, aşağıda belirtilen parti programının neresine koyabiliriz? Açıkça partinin programına ve kuruluşcu felsefesine ihanet eden birinin, saçma sapan sözlerini dinlemek zorunda değiliz!..

***

Cumhurbaşkanlığı seçimi için üçünçü aday, Türk halkına kurulan hain tuzağı bozacaktır…

30 Mart Yerel Seçimlerinde AKP’nin oy oranı yüzde 43.13‘lere kadar düşmüştü. CHP ile MHP’nin aldığı oyların oransal toplamı yüzde 44.21 kadardır. Kalan oylar, yaklaşık yüzde 20’yi bulur. Bu oyların arasında; yüzde 6 oranındaki BDP ve HDP’nin oyları da vardır. Apo’nun istediği ve Kılıçdaroğlu’nun desteklediği “çözüm yasalarının” seçimden önce çıkartılacağı ve buna bağlı olarak Kürtlerin birinci turda Recep Tayyip Erdoğan’ı destekleyeceğini varsayarsak; Erdoğan’ın alabileceği en yüksek oy oranı: 43.13+6.10=49.23 olacaktır.

Yukarıdaki dağılıma göre, kalan yüzde 6.56 oyu üçüncü bir adayın alması halinde ise; RTE’nin aldığı oylar yüzde 50’nin altında kalacak ve salt çoğunluğu bulamayacağı için cumhurbaşkanlığına seçilemeyecektir!.. Bu şekilde gidilecek olan seçimin ikinci turunda ise, büyük olasılıkla seçimi kaybedecektir de!..

Üçüncü bir adayın olmaması halinde ise; yukarıda belirtilen yüzde 6,56 oranını teşkil eden oylar, daha şimdiden açıklandığı gibi büyük olasılıkla oy kullanmaya gitmeyeceklerdir. Bu seçenek, son derece tehlikeli bir durum yaratabilir... Çünkü o zamanRTE’nin almış olduğu aynı oylar, geçerli oyların yüzde 52.68‘ine karşılık gelecektir ve salt çoğunluk sağlanmış olacaktır… (4)

(4 numaralı dipnotta, bu hesap 100 oy üzerinden basitleştirilerek yapılmıştır...)

Üçüncü adayın çıkmaması yüzünden, umutsuzluğa düşerek ve küserek oy kullanmaya gitmeyecek seçmenlerin, gerçekte RTE’nin oylarında bir artış olmamasına karşın, oy yüzdesini salt çoğunluğu teşkil edecek şekilde artırmış olacağı gerçeğini gözden kaçıramayız… Bu yüzden bu seçimlerde duygusallığa yer yoktur!..

Türkiye’ye kurulan tuzak da bu noktadadır… Bu gerçeği gözden kaçıramayız. Bu nedenle CHP Milletvekili Hakim Emine Ülker Tarhan’ın adaylığı hayati önemdedir…

Av. Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1) ANAYASA

MADDE 101- (Değişik: 21/10/2007-5678/4 md.)

Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.

Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.

Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasî partiler ortak aday gösterebilir.

Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer.

(2)http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/87433/Aleviler_sevemedi.html

(3) CHP’nin amacı, ilkeleri, tüzüğü ve programına göre, Kılıçdaroğlu yönetimini yeniden gözden geçirme zamanı gelmiştir de geçiyor bile:

CHP Tüzüğünün 3. maddesinin son fıkrasında partinin amacı:”Emperyalizmin, sömürünün ve sömürgeciliğe yönelik her türlü uygulamanın önlenmesi için mücadele etmek ve tüm insanlığın esenliğine ve özgürlüğüne katkıda bulunmak” olarak açıklanmıştır.

2.maddede :”CHP programındaki anlamlarıyla (Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik) ilkelerine bağlıdır.” denmektedir…

Parti programında; güncel siyasi tartışmalar, en küçük bir kafa karışıklığına meydan vermeyecek şekilde açık ve net olarak yazılmış ve kurultay onayından geçerek basılı kitapçık haline getirilmiştir. Bu ilkelerden en önemli olan bir kaç tanesi şunlardır:

CHP’nin Parti Programına göre; ideolojimizin temel dayanakları şu şekilde ortaya konulmuştur:

Partimizin ideolojisini besleyen, üç ana kaynak: Atatürk’ün modernleşme devrimi ve altı ok ilkeleri, sosyal demokrasinin evrensel kuralları,Anadolu ve Trakya’nın tarihsel ve felsefi birikimidir. (…) Çağdaş Türkiye için değişim programı, Cumhuriyet Halk Partisi’nin onurlu geçmişiyle aydınlık geleceğinin çağdaş sentezidir. CHP, bu ideolojik birikim, değer ve duyarlılıklar temelinde; ulusal kurtuluş mücadelesinin tam bağımsızlık ruhunun temsilcisidir.(…) Laik, demokratik cumhuriyetin kararlı savunucusudur…” (a)

Kürt sorunu” ile ilgili olarak da CHP’nin belirli ve tutarlı görüşleri vardır. Etnik farklılıkları ülkemizin bir zenginliği olarak kabul eden CHP, “Yeni azınlıklar yaratılmasına karşıdır… CHP daha 1989 yılında Kürt kökenli yurttaşlarımızın karşılaştıkları sorunları açık yüreklilikle ortaya koymuştur. (…) Üniter devlet ve ulus devlet temeli dikkate alınarak kısıtlamaların kaldırılması ve çağdaş, kalıcı çözümler bulunması için politikalarını sunmuştur. Yurttaşlarımızın farklı etnik kökenden gelmeleri, farklı kültürel, mezhepsel, dinsel özellikler taşımaları, birlikteliklerinin ve ortak bir ulus oluşturmalarının engeli olamaz.(…) CHP’nin entegrasyon anlayışı farklı etnik kimliklerin ve inançların ortadan kaldırılmasını değil, onlara saygı göstererek ülke bütünlüğünü ulus devlet anlayışı ile korunmasını öngörür. (…)

CHP, her etnik kökenden yurttaşımızın, kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde;

Kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilme ve öğretebilmelerine; (…) olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.”(b)

Dinin siyasallaştırılmamasını, siyasetin dinselleştirilmemesinin güvencesi” olarak kabul eden CHP’nin, “laiklik ilkesi” hakkındaki görüşü de son derece anlaşılır şekildedir:

CHP, “Devlet işleri ile din işlerinin birbirinden ayrılmasının, birbirini etkilememesi” olarak tanımladığı laikliği, hiç bir şekilde ödün veremeyeceği temel ilke olarak kabul etmiştir. (…) CHP, dini unsurların siyasi simge olarak kullanılmasını demokrasi anlayışı ile bağdaşmayan ve anayasamızın değiştirilemez hükümleri ile çelişen bir davranış olarak görür. (c)

Demek ki, CHP “üniter devlet” ve “ulus devleti” savunur, laiklik ilkesinden de hiç bir şekilde ödün veremez… Aksine olan bütün söylemler parti programına aykırılık teşkil etmektedir. (…)

Cumhuriyet Halk Partisi siyaseti ve siyasetle ilgilenmeyi, “Kamusal Görev ve Toplumsal Özveri alanı olarak kabul eder. (d)

CHP’nin Programında “özerklik” konusunda da net bir duruş sergilenmiştir:

Küreselleşme adına çok sayıda yerel iktidar odağı oluşturmayı dayatan, merkezi devlete rakip olarak cemaat, tarikat ve çok uluslu şirketler eksenini geliştirmeye yönelik idari federalizm benzeri yapılanmayı öngörerek, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini ve özellikle üniter yapıyı tehdit eden her türlü idari düzenleme girişimleri gündemden çıkartılacaktır.” (e)

CHP yerel yönetimleri, yerel iktidar odakları olarak değil, yerel demokrasi odakları olarak görür. (…) Yerel nitelikli hizmetlerin yetki ve sorumluluğu, üniter devletin gerekleri dikkate alınarak, ihtiyaç duyulan yerlerde kaynak ve araçlar da sağlanarak merkezi yönetim tarafından yerel yönetimlere devredilecektir.” (f)

CHP’nin Terör ve PKK konusunda parti programında belirlenmiş ve kurultay tarafından da benimsenerek onaylanmış bulunan görüşleri ile Y-CHP yönetiminin kurultay onayından geçmeyen (ve dolayısıyla hukuken geçerli olmayan) şimdiki görüşleri birbirine tamamen terstir!..

Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda, Kuzey Irak’ta üstlenen PKK mensupları, “özgürlük savaşçıları” olarak değil, terör örgütü üyeleri olarak tanımlanmıştır. CHP Programı, terörle “müzakere” yapılmasına hiç bir şekilde izin vermez. Terörle mücadele esas alınmıştır. Aksine olan söylemlerin tamamı programa aykırılık teşkil eder…

CHP Programı’na göre;

Türkiye’nin Kuzey Irak’tan PKK’yı tamamen tasfiye etmek hem hakkı, hem de görevidir. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında bu görev eksiksiz yerine getirilecektir.(…) Terörle etkili bir mücadele gerçekleştirmek için güvenlik güçleri yeniden yapılandırılacaktır. Uzman ve profesyonel elemanlardan oluşacak özel eğitimli güvenlik güçleri terörist saldırıları eylem aşamasına gelmeden ve mümkün olduğu ölçüde Türkiye sınırlarına ulaşmadan önlemeyi amaçlayan bir yapıya kavuşacak ve yeterli olanak, yetenek ve teknoloji ile donatılacaktır.”(g)

Geçmişte bağımsızlığını ve haklarını korumak için savaşçı yeteneğini gerektiğinde kanıtlamış olan ülkemiz bir saldırıya uğramadıkça barış içinde yaşamak ister. Silahlı kuvvetlerimiz ulusun bağımsızlığını ve güvenliğini korurken dünya barışına da katkıda bulunmaya her zaman özen göstermiştir.(…) Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk’ün yurtta barış, dünyada barış anlayışına dün olduğu gibi bugün de sahip çıkmaktadır.(h)

(CHP Programı a-s.23-24, b-s.46-48, c-s.50, d-s.71 5-s.82, e-s.86, f-s.113-115, g-s.119)

Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP Genel Merkez yöneticilerinin izlediği politikalar, halen yürürlükte olan bu esaslara uyuyor mu?

CHP Tüzüğü’nün 5. maddesinin 3. fıkrasına göre; “ Partililer; özel yaşamlarında, görevlerinde, işlerinde ve üyesi bulundukları kuruluşlarda, partinin ilkelerine ve doğrultusuna uygun davranırlar ve çalışırlar.” Aynı şekilde Tüzüğün 5. maddenin 5. fıkrasına göre “Parti yöneticileri de bu ilkeleri uygulamakla yükümlü ve sorumludurlar.”

Başta Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, bazı genel merkez yöneticilerimiz, yukarıda özetlediğim parti programına, söylem ve eylemleri ile aykırı davrandıklarını, üzülerek izlemekteyiz.

Böyle bir durum karşısında, sessiz kalmak parti programına, ilkelerimize, onurlu tarihimize, önlerlerimize ve inançlarımıza ihanet etmek olur ki, böyle bir durum içinde bulunmak insanın kendisine karşı yapabileceği en büyük saygısızlıktır!..

Görevi ne olursa olsun, hiç bir partilinin “parti suçu” işleme imtiyazı yoktur ve olamaz! Bu çerçevede, üyelik görevini gereği gibi yerine getirmek; parti suçu işleyenleri eleştirmekle başlar…

Parti Tüzüğümüzün Parti Üyelerinin Görevlerini belirleyen 7/A maddesinin (d) bendinde: ”Partinin ilkelerini, programını, kurultay bildirgelerini ve kararlarını, seçim bildirgelerini, partinin genel ve yerel politikaları ile hizmetlerini her olanaktan yararlanarak yurttaşlara duyurmaklagörevlidirler” demek suretiyle, üyelerin birincil görevinin parti ilkeleri ve programını yurttaşlara duyurmak olduğu ortaya konmuştur.

Parti içi demokrasi” ancak üyelerin, üyelik görevlerini eksiksiz olarak yerine getirebilmeleri ile yaşam bulabilir…

Üyelik görevlerini eksiksiz şekilde yerine getiren üyeler, çağdaş demokrat partilerde “bedel ödetme” tehdidi ile susturulmaya çalışılmaz!.. Bu şekildeki ilkel uygulamalar ancak faşist partilerde görülmüştür…

Ve nihayet, yeni bir cumhurbaşkanı adayı göstermek isteyen milletvekilleri 101. madde ile tanınmış hakka ilaveten Anayasamızın 26. maddesinde ifadesini bulan “Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti” kapsamında, anayasal bir özgürlüklerini kullanmaktadırlar. Bu özgürlüğe göre;”Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir.”

Öte yandan Anayasamızın 67. maddesine göre; “Vatandaşlar …bir siyasî parti içinde siyasî faaliyette bulunma” hakkına sahip olup, bu hükümler çerçevesinde siyasi faaliyetlerim tamamı yürürlükteki yasaların güvencesi altında bulunmaktadır…

(4) Yapmış olduğumuz hesabı, yüzdelerle ifade etme yerine, yüz oyu dağıtarak basitleştirelim:

30 Mart Yerel Seçimlerine göre, 100 oyun 43.13’ünü AKP almıştır. Bu oyların tümünün RTE’ye verileceğini kabul edelim. Aynı şekilde BDP ile HDP’nin almış olduğu oylar 4.2+1.9= 6.1 kadardır. Kürtlerin de birinci turda aday çıkarmayıp RTE’ye oy verdiğini düşünürsek, RTE’nin alabileceği toplam oy 43.13+6.10=49.23’tür. Kalan 6.56 oyu üçüncü cumhurbaşkanı adayının aldığını kabul edersek, RTE geçerli oyların salt çoğunluğunu alamayacağı için seçilemez. İkinci tura geçilince, diğer iki aday en çok oyu alan aday üzerinde birleşir ve hiç kimse küskün olmayacağı için herkes oyunu kullanmaya gider. Böylece RTE’nin karşısındaki aday kazanır…

Üçüncü aday olmazsa ve ona verilecek olan oylar hiç kullanılmazsa, bu defa RTE aynı miktarda oy almış olmakla, kullanılan oyların yüzde 52.68’ini alarak seçilir. Bu da şöyle olur. Kullanılmayan 6.56 oyu, 100 oydan düşersek:100-6.56=93.44 eder. RTE’nin en fazla alabileceği 49.23 oy da 93.44 oyun ( 100×49.23:93.44=52.68) yüzde 52.68’ine karşılık gelir.

Demek ki, bu koşullarda iki adayla seçime gidilir ve son yerel seçimlerdeki gibi oylar dağılırsa Recep Tayyip Erdoğan birinci turda Cumhurbaşkanlığına seçilir.

Bu basit hesaptan da kolaylıkla anlaşılacağı gibi, Balyoz Davası sanıkları için “AİHM’ne gitseler oradan böyle bir netice alabilir miydiler? Hayır, AİHM lehlerine bir netice verse bile, biz Türkiye olarak belli bir bedel verirdik ve içeride kalmaya devam ederlerdi. Biz onlardan teşekkür bile beklemiyoruz. Sadece bu ülkede kimin demokrasi mücadelesi verdiği bilinsin yeter” diyen bir adamın karşısına üçüncü bir adayı çıkartmak istemeyenler, onun birinci turda seçilmesini garanti etmek isteyenlerdir… Bugün kadar isimlerinin önünde “dürüst” sıfatının kullanılması da halkı aldatmak içindir. Görüldü ki, “Dürüst” hainler, daha tehlikeli ve zararlıdır…