KONUK YAZARLAR

TÜRKİYE’NİN “ENDÜLJANS”I!..

endüljans3-e1423507758588

Bugün en kısa yazımı yazıyorum:

Yeni Zelanda’da iki camiyi basıp ibadet eden insanları kurşunlayarak öldüren zat ile AKP’nin “Erdoğan’a oy verin Cennetin anahtarı cebinize girsin” diyen Şanlıurfa Eyyübiye adayı olan zatın kafa yapısı farksızdır; hukuk, ahlak ve din önünde durumları aynıdır.

İkisi de toplumların “korku” ile yönetileceğine inanan zavallılardır.

Nokta…

Uzun yazılardan sıkılan takipçilerim için bu haftaki yazım burada bitti.

Güle güle…

***

Neden, niçin, nasıl sorusuna soranlar için söyleyeceğim bir kaç cümle daha var.

Onlarla devam ediyoruz.

Anahtar sözcüklerimiz “korku” ve “din istismarı”dır.

***

Sivil Toplum; üyelerinin haklarını korumak amacıyla örgütlenmiş topluluktur.

Sivil Toplum; konuşur ve sorgularsa vardır, körü körüne itaat edemez.

Sivil Toplumun üyeleri biat etmezler!

Toplumun korku ile gasp edilmiş haklarının, günümüzde yeterince korunduğunu söylemek zordur.

Toplum örgütlü olmazsa haklarını koruyamaz!

İnsan hakları sınırsız değildir elbette; siyasi iktidarlar halkın ortak iradesine dayalı olarak bazı hakları sınırlandırabilirler.

Bu kadarı normaldir.

Siyaset felsefesinin temel sorunu iktidarın kaynağı, sınırları ve meşruiyetidir.

Siyasi iktidarın kaynağı, farklı otoritelere dayandırılır.

İlkel toplumlarda “siyasi iktidarlar”, iktidarlarının kaynağını “kaba kuvvet”ten alırlardı.

Güce karşı koyamayan insanlar da otoriteye itaat etmek zorundaydı.

Giderek siyasi iktidar kaynağını Tanrı‘ya dayandırmıştır.

Tanrı korkusu ile toplumlar daha kolay yönetilmişlerdir…

***

Toplumu yönetme gücü, “egemenlik” olarak adlandırılır.

Yöneticilerin gücünü kutsal kitaplardan aldığı ve toplum yaşamını dini kurallara göre biçimlendirdiği yönetim şekline teokratik egemenlik denir.

Egemenlik”, bir toprak parçası ya da mekan üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir; bir devletin ülkesi ve uyrukları üzerindeki yetkilerinin tümünü ifade eder.

İktidarın kaynağı Tanrı’ya dayandırıldıkça, kurallara itiraz etmek “Tanrı buyruklarına itiraz” muamelesi göreceğinden en az düzeydedir…

***

Ortaçağ Avrupası’nda en önemli siyasi güç; bazı yönlerden tamamen bağımsız olan Kilise ile kralların elindeydi…

Klasik dönem düşünürleri, egemenliğin nihai kaynağını “halkın iradesi” olarak göstermişlerdir.

Devletin bir “Toplumsal Sözleşme” ile kurulduğu görüşü, bu düşünceyi ifade eder.

Ortaçağ’da, Müslümanlarla Yahudilerin Hristiyanlaştırılması, “İspanyol Engizisyonu”nun asıl hedefiydi.

Bu nedenle 1492 yılında 200 bine yakın Yahudi, İspanya’yı terk etmiş; yüz binlerce Müslüman ve Yahudi engizisyon mahkemelerinde katledilmiştir.

Roma Engizisyonu”, Roma Katolik Kilisesi’nin savunduğu öğretiyi korumak için Papa III. Paulus tarafından 1542’de kuruldu…

Endüljans” bir engizisyon kurumudur.

***

Reform, 16. yüzyılda Katolik Kilisesi’ne karşı yapılmış ve tüm Avrupa’yı etkilemiş dinsel bir harekettir.

Reform, Hristiyanlığın üç mezhebinden biri olan Protestanlığın doğmasını sağlamıştır.

Almanya’nın Papalık tarafından sömürüldüğü ve bundan dolayı İtalya’ya büyük bir nefret duyulduğu bir dönemde, teolog ve filozof olan Martin Luter önderliğinde bu hareketin temelleri atılmıştır…

Bir rahibin, Papalığın kasasına büyük gelir sağlayan “affedilme sertifikaları”nı (Endüljans) Almanya’da satmaya başlaması bardağı taşıran son damla olmuştur.

Endüljans, Ortaçağ Avrupası’nda günah çıkarma ve ölümden sonra cennete gitmek için Papa’nın sattığı af belgesidir.

Kitab-ı Mukaddes‘in farklı dillere çevrilmesi ve matbaanın bulunup halk tarafından da okunabilir hale gelmesiyle, insanlar Kilisenin doktrininin yanlış ve yobaz olduğunu düşünmeye başlamışlardır.

Martin Luther, dinin yanı sıra eğitimin de laikleşmesini isteyen önemli bir düşünürdür.

30 yıl boyunca süren ve Avrupa’yı kasıp kavuran savaşlar, Reform hareketinin sonuçlarıdır.

Reformun en önemli bir sonucu da din adamları ve Kilise’nin eski itibarını kaybetmesidir(1)

***

İslam dininin yabancı olduğu kavramların başında “reform” gelir.

Bazı düşünürlere göre, Emeviler ve Abbasiler yüzlerce hadis ve fıkıh kitapları ile; zorlaştırma, karartma, insan doğasıyla çatışır hale getirme ve kadınları toplumdan soyutlama şeklinde ilaveler yaparak, dini dejenere etmişlerdir.

Dört halife döneminde “hadis” nakillerinden dolayı azarlanan Ebu Hureyre ve Kab gibi isimler, Emeviler döneminde baş tacı edilmişlerdir.

Emeviler, İslam’daki ilk ciddi kargaşayı çıkartmış ve Hz. Ali’ye karşı savaşmışlardır.

Bugünkü İslam, Emevilerin ve Abbasilerin “reforma” uğrattığı “İslam”dır!

İslam’daki bu “reform” Hristiyanlıktakinin tersi yöndedir!.

Bu dönemde uydurulan hadislere, daha sonra Abbasiler zamanında eklemeler de yapılarak hadis kitaplarına dönüştürülmüştür.

Bu hadisler, mezheplerin İslami anlayışına temel oluşturdular.

Sonuçta halifeliği, babadan oğula geçen bir saltanata dönüştürdüler.

Din siyasi iktidarın olmazsa olmazı işlevini görmeye başladı.

Emevi dönemine kadar ne saltanata dönüştürülmüş halifelik ne de Kuran dışında dini bir kaynak vardı.

Kuşkusuz Kuran dışı dini kaynak oluşturulmasına karşı çıkanlar olmuştur; bazı Abbasi halifelerinin, hadisçiliğe ve aklı dışlayıcılığa şiddetle karşı çıkan Mutezile ekolüne tabi oldukları bilinmektedir.

Yönetici kadrolara sonradan hâkim olan Sünni görüş, resmi görüş olarak halka kabul ettirilmiştir.

Sünnilik, karşı görüşleri tasfiye ederek, uzun yıllar sürecek olan saltanatını kurmuştur.

Halen de egemen olan görüştür.

Sonraki yıllarda yaygınlaşacak olan tarikatlarda, Hint mistik kültürüyle ve diğer kültürlerin etkisiyle gelen; çilecilik, sufilik, tarikatçılık, kendi kendine azap çektirme ve bunlardan medet umma, Kuran’ın verdiği zihniyeti tahrif etmekte önemli rol oynamıştır… (2)

***

Önceki dönemlerde uydurma hadis ve mezhepleri, sonra yabancı kültür ve anlayışları, İslam’a sokan zihniyet, daha sonraki tarihlerde ise “fetva” ve “içtihat” adı altında dine ilavelerine devam etmiştir.

Osmanlı’dan örnek vermek gerekirse, Kuran’ın açık ayetleriyle çelişen ve büyük günah olmasına karşın, padişahların kardeşlerini öldürebilecekleri şeklinde, şeyhülislamların verdiği fetvaları gösterebiliriz.

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendinin, Kurtuluş Savaşı kahramanları için çıkardığı, (“makam-ı mualla-yı imamet” yani yüksek halifeliğe karşı geleceklerin, imandan dinden çıkacakları, bunların şaki oldukları ve “Nass-ı Kerim mucibince katli ve kitalleri meşru olduğu”, yani Kuran hükmünce öldürülmeleri meşru bulunduğu) şeklindeki fetvalar da dinin siyasette nasıl kullanıldığının çarpıcı örnekleridir.

Matbaayı bile din adına yasaklayan görüşler, hep bu uydurma hadisler ve Kuran’a istinat etmeyen içtihatlarla topluma dayatılmıştır…

***

Avrupa reform hareketiyle Hristiyanlığı büyük ölçüde özgürleştirmiş, devleti laikleştirmiş iken, İslam dünyasında tam aksine, hurafelerle ve siyasi yararlar sağlamak amacıyla çıkarttığı fetva ve içtihatlarla din, din olmaktan çıkartılmış, adeta “parti programı” haline getirilmiştir.

Öyle ki, Erdoğan’ın dinin “güncelleştirilmesi” gerektiği şeklindeki adımı bile, (3) müthiş tepki toplamıştır.

Başka bir lider bu sözleri etseydi, linç edilmesi işten bile değildi!

Topluma gerçekçi projeler sunamayan siyasetçilerin tek sermayesi, din ve dince kutsal sayılan değerlerin sömürülmesidir.

Yaşayan insanlara refah vaat edemeyen siyasetçiler, öteki dünyaya dönük vaatlerle toplumu aldatarak yönetme kolaycılığını tercih etmektedirler.

Böyle olunca, Hristiyanların tarihin çöplüğüne attığı Ortaçağın endüljansı, 21. yüzyıl Türkiye’sinde en önemli siyasi rant aracı olarak işlem görmeye devam etmektedir…

Cemil Can

DİPNOTLAR:

(1) http://www.hristiyan.net/kilisetarihindereformhareketi.htm

(2)http://www.kurandakidin.com/2011/10/13-dini-uydurmacilikta-emeviler-abbasiler-ve-diger-tarihi-sebepler/

(3)https://www.yenicaggazetesi.com.tr/erdogan-islamin-guncellenmesi-gerekiyor-186199h.htm